Annesinin “Kaleminden Peygâmber tutsun” duası, babasının ömrü boyunca, o yazsın diye, susmasıyla hemhal olmuş ve Salzburg’da 2004 – 2007 yılları arasında yazdığı notlarını toplayarak “Şey ve Tan” adıyla yayınlamış Mehmet Sabri Genç.
Şule Yayınları’ndan ikinci baskısı yapılan “Şey ve Tan” insanı, dünyada, şeytanın maya çaldığı birçok ‘şey’e karşı ‘tan’ olmaya çağırıyor. Çünkü “hak suretidir âlem-i imkân ile âdem / bundan güzeli nerde ki cennet’te mi sandın / dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey / mîzân ü sırât’ı mutlaka orda mı sandın” sırrından ötürü ne Âdem’i ne de dünyayı bir kenara atamayız. Bu bilinçle Mehmet Sabri Genç, Şey ve Tan’da birçok farklı zuhuratı, tek bir noktada toparlamış. Bireyselleşmenin küreselleşerek kapitalizme uzanan macerasını, şairin Allah’ın âyeti olan dilin tefsirine cüret edebilen biricik kişilik olarak şeytanın inşa ettiği tüm ötekilere karşı doğuşuyla aktarmıştır evvela. Sonra kibirle yoğrulmuş şeytanın insana sirayet ettirdiği zulmü, nev’i şekline münhasır törenle Kierkegaard, Nietzche, Muallâ, Beckett, Miller, Schopenhauer, Cioran, Ducasse ve Münif Paşa’ya uğratarak; Hobbes ve Sartre’ı rütbeli ruhlar cehenneminde selamlamış Mehmet Sabri. Daldan dala atlamak gibi algılansa da aslında aynı ağacın dalları arasında gezmektedir Mehmet Sabri Genç’in ortaya koyduğu. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın meyvesinden yedikleri ağacın dalları arasında…
Kibrin galebe çalması ve Şeytan
İnsanın çamurdan yaratılmış olmasının nice hoş yanını düşünmek şöyle dursun, öte yanını düşünelim biz. Tüm ezberleri yıkmanın tersten gitmekle mümkün olacağı bir zamana geldik çünkü. Hegel’in “çağın ruhu” dediği ancak ruhun katı olan her şey gibi buharlaştığı bir zaman dilimindeyiz. Mehmet Sabri Genç’in “çağın bedeni” dediği andayız. Zaman içinde ânın kıymetini ve bedenin değerini yitirdiğimiz için algılayamıyoruz. Âdem’e secde edin, diye emrolunduğunda, iblisi secde etmekten alıkoyan çamurdan bedenimiz; ateşten yaratılmış ve ateş ile yanacak şeytana merhamet eder oldu. Baudelaire’in, Kötürüm Çiçekleri’nde haykırdığı “ Bir tek zerre yok işte titreyen vücudumda / Haykırmasın: Taptığım sensin, ey aziz Şeytan!” çığlığı, şeytanı dahi utandırdı. Şüphe yok ki, kibriyle Allah’a karşı gelen Azazil, gene kibriyle “beni sen azdırdın” diyerek şeytanlaştı. Proust’un “bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır” dediği boşa değil. Tutuşmuş kibir ateşinde, suçunu Yaratıcı’ya yükleyerek kendi ateşini yakan şeytan, yeryüzünde zerrelerine ayrılarak ‘Şey ve Tan’ olarak dolanıyor.
Yoktur kibir derdine derman dünyada
Kibrin galebe çaldığı Şeytan, yeryüzünde nice gezdi durdu, derdi hep Âdem oldu… Cennette yapıştığı yakasını, dünyada da bırakmadı Hz. Âdem’in. Hele ki, haset, kin, kibr-u cehlinden soyunup, “Rabbim biz kendi nefsimize zulmettik”, diyerek âdemliğini Hz. İnsan’a tebliğ eyleyen Hz. Âdem’in neslini hiç rahat bırakmadı. Ancak onun soyundan meydana gelenleri, kendi haliyle aldattı şeytan. İnsana kendi kibrinden bir ateş vererek, birey teknesine bindirdi ve bu teknede sele kapılan şahıslar gülüşleriyle küresel, tavırlarıyla kapital halleri içinde kürek çekip durdular. Bireyselleşme çağlayanından aşağı uçtular. Şeytan, bu uçuşu keyifle izledi. Ancak bu teknenin içinde son çığlığı atan kadınların sesinden o dahi ürkmüştü. Sevgilisini aldatmamak için kocasıyla birlikte olamayan kadınların bu son çığlıkları, şeytanı dahi korkutmuştu. Aşk derdine tutulduğunda bu çığlıkları hatırlamış ve bir okyanusa giderek, “volkana tutuldum ancak kibrim sevdama engel oluyor”, diyerek zatının baştan aşağı kibir olduğunu itiraf ettiğinde, buna şahit olan insandan hıncını almak için deliren Şeytan, tarihi tekmelemişti.
İnsana ise, Hz. İnsan olarak tarihi kollamak düştü. İnsanın yapacağı iş kolay değildi… Şeytan’a karşı kollayacağı tarihi ve bu tarihin en güzide canlısı olan ‘sanat’ı, insan için bir yüktü. Ancak sanat ve tarih mümkün olduğunca ateşten ve ateşe yârenlik edenlerden uzak tutulmalıydı çünkü onca yaratılmış içinde şeytana karşı savunulacak ve ümidimizi diri tutacak tek silahımızdı sanat.
Wittegenstein’ın susması
Şairce bitirmek gerek, “Wittgenstein, üzerinde konuşulamayanlar hakkında neden susulması gerektiğini açıklamadığı sürece bu topraklardaki hakikî şairler, üzerinde konuşulamayanlar hakkında susmayı sürdürecekler.” Wittegenstein’ın bunu açıklayacağı var mı bilmem? Ancak hakikî şairler ‘hak’ için konuşup ‘hak’ için susacaklarını iyi bilirler.
Mehmet Sabri Genç’in ‘Şey ve Tan’ kitabını bendeniz böyle okudum. Bir felsefecinin yazdığı, bir şairin yazdığından ne kadar farklıdır; Mehmet Sabri Genç bir şair olarak bu bilgiyi de haiz. O vakit bir şiir oldu okuduklarımız. ‘Şey ve Tan’, tüm hakikatiyle sizleri ‘insan’ın manasına çağırıyor.
Metin Erol yazdı
Haberin orjinali için tıklayınız.