PERGEL
Hazreti Mevlana’nın pergel örneğinde bir ayak belli bir noktada sabitkadem dururken, diğer ayak serbest dolaşır. Bugünün insanının ise ayağını basacağı yer kalmamıştır. Kalemi, kadim kültürümüzün bağrında yeşermiş kelimelerinin sığınağı olmuş yazar Teoman Duralı, Sorun Çağının Anatomisi’nde, zamane insanına sağlam bir zemin olarak manevi menşeini işaret ediyor.
Eugene Ionesco’nun Gergedanlar adlı oyununu okuduğumda üniversitedeydim. İnsani anlamdaki yitimlere karşı durmaya çalışan ve bunun edebiyatla var olacağına inanan genç bir şair olarak bu oyun oldukça dikkatimi çekmişti.
Yaşadıkları kentte bazı kişilerin gergedana dönüştüğünü duyan insanlar, bunu önce ciddiye almasalar da sıranın kendilerine geldiğini dehşetle göreceklerdir. İnsanlar kahvede otururken birden büyük bir gürültü duyulur, gergedanlar homurtularla sokaktan geçmektedirler. Bir başkası alnına dokunur. Orada bir sızı, yanma hissetmektedir, az sonra bir boynuz oradan arz-ı endam edecektir. İnsanın insanlıktan çıkışı karşısında Berenger adlı kahraman, sürü olmayı reddeder ve “İnsanım ben, insan kalacağım. Tek başıma olsam bile direneceğim!..” diye haykırır.
İş bu kadarla kalmış mı? Yani insan insanlıktan çıktı ve yaradılışının mahiyetini kaybetti, zail oldu! Zararsızlaştı. Bir yere kadar Iosnesco’nun anlattıkları Teoman Duralı’nın anlattıkları yanında sanırım hafif kalıyor.
Tek biçimli monocultura insan. Aynı şeye gülen, üzülen, tepkileri aynı… Yonga (chip) takılmış, kararlarına dahi uzaktan müdahale edilebilecek bir insan tipinin inşası. 21. yüzyılın temel gelişmesinin bu olacağını ifade eden yazar, küresel sermayenin ailesi olmayan, millî bir mensubiyeti taşımayan, köksüz, tarihsiz bir insanı var etmek için büyük gayret sarf ettiğini anlatıyor. Elimdeki eser, Mehmet Sabri Genç tarafından derlenmiş. Teoman Bey’le yapılan çok çarpıcı iki sohbet ve yine aynı yazarın derlenmiş yazılarından oluşuyor.
Genç bir öğrenci iken, İzmir’den Ankara’ya yolculuğu esnasında karşıdan gelen kamyon şoförü ile bir çift laf etmek isteyen otobüs şoförünün başını camdan sarkıtınca başının kopmasına şahit olan mütefekkir, bugünün insanlarını başının yerinde yeller esen o şoför gibi görüyor. Dikkatini bir şey üzerinde teksif edemeyen, cep telefonunun kölesi haline gelmiş, Allah’la yürütülen bir muhavere olan yalnızlıktan öcüden kaçar gibi kaçan insanlar. Hazreti Mevlana’nın ifade buyurduğu pergelin ayağı belli bir noktada sabitkadem durur ve diğer ayağıyla serbest dolaşır. İşte bugünün insanının ayağını basacağı yer kalmamıştır. Dahası basılan nokta bizim öz değerlerimizi ifade ediyor.
Konforu, tüketim çılgınlığını bütün dünyaya hâkim kılma mefkûresindeki küresel sermayenin Ladin ve Taliban’ı bahane ederek Afganistan’a saldırdığını, bu saldırının tek gerekçesinin ise Afganların sözü edilen çemberin içine girmeyi reddetmeleri olduğunu işaret eden Duralı, can alıcı soruyu sormaktan geri durmuyor: İnsandaki kötülüğün engellenmesi, sınırlandırılması mümkün mü? Bunun için ruhun maddileştirilmesi gayretleri karşısında onun manevi menşeli olduğunu ilan etmelidir. İnsandan umut kesmeden, onun eğitilmesi ve bunun siyasi bir düzen içinde yapılması gerekir. Çocuğu apartmanın yirmi beşinci katından toprağa indirmek, Allah’ı ona doğa ile anlatmak, ekilmiş tohumdan çıkan fidanı; acıma duygularını depreştirecek yeni doğmuş bir tayı ona göstermek… Dünyevi bir denetim mercii dışında bir gözlemin yapıldığı inancını sağlamlaştırmak. Çünkü İngiliz-Yahudi medeniyeti bu uhrevi denetim merciini ortadan kaldırmadan işlerini kolaylıkla yürütemeyecektir.
Nuri Pakdil, bir yazısında “Seçtiği kelimelere özen göstermeyen yazarlar, düşüncelerinde özensizdirler” diyordu. Türk yazarlar içinde kelime seçimi konusunda oldukça titiz olanlar kimlerdir, dediğimizde bir çırpıda aklımıza gelenler arasında Teoman Bey olacaktır. Hatta daha ileri giderek TDK’nın bazı kurallarını tanımayıp kendine özgü bir gramer geliştiren de odur. Ünsüz sertleşmesi, soru eklerinin yazımı konusunda tercih ettiği yol her ne kadar tartışılır da olsa; kalemi, kadim kültürümüzün bağrında yeşermiş kelimelerinin sığınağı olmuştur. Özellikle felsefe-bilim alanında tercih ettiği kelimeler bir Duralı lügati oluşturacak, gelecekte pergelin bir ucunu bir noktaya sağlam basmak gereğine yürekten inanan gençlere kılavuz olacaktır.
Bütün bunların yanında yanlış yönlendirmelerle felsefenin din dışı bir uğraşı alanı ve gâvur icadı olduğu yönündeki kanaatleri yıkmayı başarmış, onun bir akletme ameliyesi ve bilginin temeli olduğunu artık zihinlerde uyandırmıştır.
Tarihte görülmüş devrimlerin en amansız ve acımasızı olarak nitelediği yazı değişimi sebebiyle nelerin elimizden kayıp gittiğini, nasıl bir ucubeye dönüştüğümüzü bu devrimi gerçekleştirenler okusalardı yaptıklarından hicap duyarlar mıydı? Bütün bir millet bilincini alaşağı eden yazı değişimi dili de beraberinde götürmüştür. Bu nedenle ne Galib’i ne Fuzuli’yi bir Alman gencinin Goethe’yi anladığı kadar anlayamıyoruz.
Karşımızda ilginç bir mütefekkir var. Hani “Kutsal inadı olanlar gerekli / Bir kalbi daha olanlar gerekli” diyor ya bir şair. İşte tam burası. Ionesco’yu okuduğumda ara ara elimi alnıma götürür, “acaba ben de gergedanlaşıyor muyum?” diye sorardım. Bunu sormak insanlığımın bir gereğiydi. Şimdi, bu bilinci yitirmeden öylesi bir homurtu edinmekten beni azade kılacak şu sözü yeniden işitmek istiyorum: “Başkasında görüp nefret ettiğin şey sana edep olarak yeter.” (Hz. Ali)
Onu ulu bir ağaca muhabbetle sarılmış öperken görürseniz şaşırmayın. “Kocamış uluğ (doğru, uluğ) ağaçlara sarıl, onları öp, öp ki ömür alırsın.” diyen bir tahtacının bu öğüdünü dinleyen büyük mütefekkirin bu tavrını aynı zamanda bütün demek istediklerinin özeti gibi okumak da mümkündür.
SAiD YAVUZ
MOSTAR AYLIK KÜLTÜR VE AKTÜALiTE DERGiSi
SAYI 56- EKiM 2009