Rütbeli Ruhlar Cehennemi
Dördüncü tekil şahıs kimdir? Dördüncü tekil şahıs ‚rütbeli ruhlar cehennemi’nin bir üyesidir. „Tekil“ olandır. Yalnız olandır. Nev-i şahsına münhasır olan ve bu şahsı içselleştirendir. ‚Rütbeli Ruhlar Cehennemi’ nedir? „Tekil“ ruhların alevlenmiş dimâğlarından fırlayan ateş toplarının fethettiği bir bölgedir. Bu bölgeye giriş için evvel şart nefsinizi yüce olanın yolunda soyut bir ‚cihad’ icin vakfetmenizdir. Bu ‚cihad’ J.P. Sartre’nin bahsettiği başkalarının cehennemliğinde değil, İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşte yanarak arınmayla başlar. Zira başkalarının cehennemliğinde yanan ateş İbrahim Peygamber’in atıldığı alev kümelerinin ateşiyle aynı değildir. ‚Rütbeli Ruhlar Cehennemi’nde tüten alevlerin cevheri güllerdir. Ve bu aleve atılan ruhlar, ibrahimî bir dimâğın evlatlarıdır. Mevlânâ’nın deyişiyle; „varlığını darmadağın eden, benliğinden kurtulan kimse“nin atıldığı ‚nâr’da odunlar birden gül olur, dumanlarsa göl. Ve bu gül bahçesinde hakikâtın ta kendisinden ‚rütbeli ruh’a bir nazar gelip ulaşır. „Rütbeli Ruhlar“ bu gül bahçelerinin çevrelediği gölün etrafında teemmüle dalarlar. Gölün etrafında gezindikçe, teemmül, yerini tefekküre bırakır. Mantık safdışı kaldığındaysa, bu cehennemde tütsü misali yanan güller etrafa mistik kokular saçmaya başlarlar. Müstesnâ bir ruh için başkalarının cehennem olduğunu kavramak kendi ‚ben’indeki a’râfın kapısını aralar. ‚Rütbeli Ruhlar Cehennemi’ne giden yol, işte bu ‚ben’deki a’râftan geçer. Bu a’râfın kilidini açan anahtar ise „sezgi“dir. ‚Rütbeli Ruhlar Cehennemi’, hakikât âleminde; nefsini öldürebilen, benliğindeki putları kırabilen insanların ödüllendirilerek gönderildiğine inanılan ve orada herkesin birbirini anladığı „transsendent“ bir bölgedir. Bu cehennemde duyumlanan bütün sesler dördüncü tekil şahısların toplanarak yekvücûd halinde birleştirdikleri sözleri inşâa ederler. Burada nidâ, bağırma, haykırma, laf diye bir şey yoktur. Bu „cehennem“de salt dil ifadeleriyle konuşulur. Van Vincent Gogh’un bazı insanlar ruhlarında derin alevler taşır ve fakat hiçkimse bu alevlerde kendini ısıtmaya gelmez cümlesi bu cehennemin ortasından geçen gölün dibinde biten yosunlar gibi gözükmez. Bilgeler ‚bilge’, Filosoflar ‚filosof’, şairler ‚şair’, ressamlar ‚ressam’, müzisyenler ‚müzisyen’ rütbesini, kısacası burada bulunan her rütbeli ruh, kendi rütbesini, arındıkları cehennemde tüten nârın odunlarını tutuşturan kibrit çöpleriyle diker. ‚Yiğit Yeni Dünya’nın tüm „Hayy-laz-lar“ı bu cehennemde güller içinde yanmaktadır. ‚Dördüncü tekil şahıslar’, ‚rütbeli ruhlar cehennemi’ne girmeyi hak etmiş eşref-i mahlûkatlardır. Burada, tüm dördüncü tekil şahıslar göl kenarında gezinirler. Çöllerde yiten Mecnun, Mecnun’u beklemekten yorulan Leylâ, dağların altında kalan Ferhat ve heyecanı yok olan Şirin de buradadır. ‚Hayy-laz’, Hayy Bin Yekzân’ın modern dünya tarafından yeniden adlandırılmış halidir. O artık güneşten kavrularak tutuşan odunlar yerine, güneşte yanmak için can atan beşerleri incelerken kaybolan ‚Hayy’ın yerini alan ‚Hayy-laz’dır. O artık soğumuş ceylan cesedini deşip ceylanın sıcacık yüreğini avuçlarının içine aldıktan sonra en canlı olanın „yürek“ olduğunu fark eden biri de değildir. O artık soğumuş yürekleri görerek ‚Hayy’lıktan dahi soğuyan bir ‚Hayy-laz’dır. Doğruyu söyleyebilen, gerçekleri saf bir akılla görebilen, ötekilerin yaşamlarındaki tüm ayrıntıları sezebilen, kısacası başkalarında tüten cehennemi görebilen her bir ‚dördüncü tekil şahıs’, ötekilerine göre birer ‚Hayy-laz’dır. Söyledikleri ve yazdıklarıyla, davranışları ve sorduklarıyla işe yaramazın, uyumsuzun biridir. Kimsenin onu dinleyecek vakti yoktur. Kimsenin, onun, bulunduğu adacıkta yapayalnız olduğunu bildiği de yoktur. Her davranışı, güzel adacığını çevreleyen yaratıklar için bir ‚Hayy’ aksidir! İşte modern dünyada yaşayan tüm „hayy-laz“lar, ‚rütbeli ruhlar cehennemi’nde en kıyağından birer rütbe alarak „Hayy-laz“ lıktan arınıp tekrar „Hayy“ya dönüşürler. Burada gönüller tutuşarak ‚bir’ olur. Ne modern dünyanın soğuk rüzgarları ne de insan olana ‚Hayy-laz’ damgasını vuran yaratıklar, buraya adım dahi atamaz.
Peki ‚dördüncü çoğul şahıslar’ kimlerdir? Onlar heryerde dünyaya gelebilmeye ve yaşayabilmeye muktedir olan ve ‚herkes’ girdabının çemberlerinde dönüp duran ‚çoğul’lardır. Onlar, ruh izleri yok edilmiş ve sadece parmak izlerine tutunarak yaşayan zavallılardır. Gelin, bu ‚Yiğit Yeni Dünya’yı yeniden adlandıralım. Ona „Acemi Ruhlar Cenneti“ diyelim. Acemi bir ruh kendini cennette sanır. Dolayısıyla acemi bir ruh için, dünya, eşi bulunmaz bir firdevs cennetidir. Acemi bir ruh, „ân“ı tavada kızartıp kokusunu tüm ‚acemi ruhlar cenneti’ne yayarak mutlu olur. Bu cennette bağırılarak konuşulur. Küfrederek iltifat edilir. Bu cennette müziğin ‚muse’sini -Μούσα- çalıp, onu ‚hiç’e dönüştüren hiçbiryerin hırsız müzisyenleri kibirle dolaşır. Bu cennette şiirin içini boşaltıp ve laf pamuğundan örülü gösteri iplerini çaylak mısralarına geren „laf cambazları“ dahi kibirlenir.
Bu cennetin zebânîleri de vardır. Peki kimlerdir „acemi ruhlar cenneti“nin zebânîleri? Bahsettiğim „Hayy-laz“a dönüştürülen „Hayy“lardır. „Hayy“lar bu mekânda yaşayanlara acı verirler. Onların bu ‚cennet’te yerleri yoktur. „Hayy“lar acemi ruhlara; görmeyi, duymayı istemedikleri şeyleri, yani iyiliği, güzelliği, zamanı, mekânı, şiiri, resmi, aşkı, ve en önemlisi de ölümü hatırlatırlar. İşte bu yüzden acemi ruhlar tarafından „Hayy-laz“ damgasını yerler. „Hayy-laz“ damgasını yemiş her ruh, artık „rütbeli ruhlar cehennemi“ne terfi etmiştir, o artık rütbelidir, damgalı değil! Onlar artık „acemi ruhlar cenneti“nden sıyrılıp, dimâğlarından fırlayan ateş toplarıyla fethettikleri bölgede güller içinde yanmaya hazırdırlar. „Rütbeli Ruhlar Cehennemi“nin ortasından geçen gölün kıyısında durup, gölün tertemiz akışını seyre dalan her ruh; Nehir Tanrısı Kephissos’un güzel oğlu Narkissos’un aksine, gözlerini gözyaşı selinde yitiren kul Yakub’un oğlu Yusuf’tur. Böyle bir ruh, gölün yüzeyinde kendi sûretini değil, zira acemi ruhların sefaletini görür. Görür ve tablo çizer, şiir yazar, âşık olur, iyilik eder, güzeli sever ve zaman-mekân koordinatlarını sayarak ölümü bekler. Hâsılı, bu korda yanar ve arınır. Şair, her sanatkâr gibi, acemi ruhların koşuşturduğu cennette acımasız bir ‚zebânî’ ve fakat rütbeli ruhların gezindiği cehennemde, orada tutuşan güllerin büyük alevlerini coşturan ve şâhikadan ince bir müzikle düşen, müstesnâ bir damladır.
Dünya, „Âdem“in, aldatıldığını farkettiğinde, elinden boşluğa düşürdüğü zehirli elmanın evren ağacının dalına tutunmasıyla tekrar hayat bulduğu kurtlu bir yansımadır. Bu büyük pembe elmanın kurdu, insanların bitmek tükenmek bilmeyen arzularına bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla cevap yetiştiren Alaaddin’in Sihirli Lambası’ndan fırlayan‚ acemi ruhtur. „Acemi ruhlar cenneti“, bir zavallının işte bu lambadan dilemiş olduğu aciz bir hayâl ve aynı zamanda lambadan sızan ruhun da bu hayâli ete kemiğe bürüdüğü çok kötü bir dilektir. Hayâl gücü geniş olan bu varlığa müteşekkir olmak bu cennetin bir mensubu olmaya yeter bir sebeptir. Bu cennette yaşayan her bir kişi; diğerinin sihri, diğerinin kurdu, diğerinin yalancısıdır. Bu büyük pembe elmanın cevherinde beslenen ’Acemi Ruh’, modern insanın kurdudur. Thomas Hobbes’un ‚Homo homini lupus’ deyişini ters yüz edecek olursak: „İmperitus anima homini lupus est“. Yani tam tersine insan insanın değil de bahsettiğim yavanlıklara haiz beşer yani ‚acemi ruh’ insanın kurdudur. „Alaaddin’in Sihirli Lambası“, her dem yeniden kurulan dünyaya kurtlu elmalar yetiştiren bahçelerin sahibi olan cennet ahalisinin çırasıdır. Bu çıra, acemi ruhların kıyamet gününde sahneye çıktıklarında rollerini tökezlemeden oynamaları içindir. Esas bencillik orada yüklenecektir. Her geçen gün, her acemi ruhu, alıştıra alıştıra, ayrı ayrı kıyamete yaklaştırır. İnsan olma şerefine nâil için vize alamayan her şahıs kurtlu elma bahçelerinde gezinen acemi bir ruhtur ve Alaaddin’in Sihirli Lambasıysa, ruhlarına „rütbe“ takmak isteyen her acemiyi sahte vize ile kıyamete yaklaştırandır.
Mehmet Sabri Genç
Merdiven Şiir Dergisi, Şubat-Mart 2006, sayı 7, s.42