Ali Ural

ali-ural


Şeytana kulak asmayan şair

Ahâli şiirin bedelini ödeyemez. Bu bedeli şiirin sahibine ödetir. Modern zamanın insanı eblehleştiren avutuculuğunda ‚herkes’ tarafından anlaşılmak yerine, herkes olmayan biri tarafından okunmak sanırım daha verimli olur bir şair için. Nasıl ki günümüzde futbol, tüm devletler ve paraya hâkim güçler tarafından avam üzerinde baskın ve yönlendirici bir rol haline dönüştürülmüşse, yani ‚çok satılıyorsa’ onun değerinden çok değersizliğinden bahsetmek gerekir. ‚1’in değerini yanına eklenen sıfırlar artırır ama sıfırın tek başına hiç bir değeri yoktur. Bir olmadan yani özü oluşturmadan sıfır eklemeye kalkışırsanız avucunuzda var olacak ve hiç bir işe yaramayacak koca sıfırlarla kendinizi avutursunuz. İyi bir şiir kendini çok okutmaktan öte, târifi imkânsız bir şekilde kendisini yaşatmasını bilmelidir. Her şiirin kişilerde bıraktığı etkilere göre husûsî ömürleri vardır. Ve her iyi şiir mekânın ruhu olan zamanı çiviliyerek onu çok boyutlu bir şekilde insanlığa sunar. Her insanın hafızasında, her insanın kendi dimağında ayrı ayrı anlamlara bürünür şiir. Kendini okutmaktan çok satmaya yeltenen, kendini pazarlayan bir sözdizimi değildir söz konusu olan. Samimi şiir dalındaki yetişmiş elmayı, pazarlamadan da insanlara sunabilendir. Zehirlemeden, beklemeden, gitmeden. İşte Ali Ural’ın şiiri, dalında yetiştirdiği elmaları şeytana kulak asmadan insanlara sunar. Şeytanı bekleyen insanın ona teslim olup kaderini değiştirmektense, onun yardımına koşarak şeytanı yok sayıp insanı cennette düşler. Ali Ural hemen hemen bütün şiirlerinde evinden dışarı, daha doğrusu imge dünyasına adım atan bir insanın efsanevî bir günlüğünü tutar. Nitekim 87’den 95’e kadar hiç şiir yazmayan, ancak 1995’in yağmurlu bir gününde evinden dışarı çıkan ve karşıdan karşıya geçerken şiirin tekrar elinden tuttuğunu farkeden bir şairdir sözkonusu olan. Yarasaların körlüğüne imrendiği bir körün parmak uçlarının hassaslığıyla tekrar yazmaya başlayan şair Ali Ural, zehri kapmış köpeklerin dişlemeleriyle hastalanmış insanlara, kuduz aşısı yetiştirerek yazmaya devam eder.

Kutsal kitaplar kendini satmaz, kendini okutur. Şiirler de kendini satmaz kendini okutur ve hatta kendini anımsatır. İnciler durgun sulardan toplanır. İşte bu şekilde kimsenin bilmediği uzaklara gidip orada karşılaştığı ilk durgun suya sağduyusunu daldırır ve inci gibi imgeler edinir Ali Ural. Onlar, onu bekler bir yerlerde. Önemli olan onu şairin gidip bulmasıdır. Şair Ali Ural evvelâ ‚Valizimi hazırlamama yardım et’ diye seslenir dimağına, sonra şiirlerini ‚Valiz’inin en üstüne koyup dışarı çıkar. İmgeler dünyasına elinde şiir dolu valiziyle adımını atar. Valizinin en üstüne şiirlerini koyup dışarı adım atan bir şairin, gölgeler büyürken deniz kenarından geçtiğini, kedilerin yüzündeki fare ve köpeklerin yüzündeki kedi izlerini yağmalayanlara seslendiğini görürüz. ‚Muhtevâ’ isimli altı bölümlük şiirinde, kaldırımlarda yürürken gördüğü ejderha dövmesi taşıyan bir insana seslendiğini; hemde şeytana kulak asmadan ‚bir günah işle ve onu öldür’ diye seslenen cesur bir şairin derin çığlıklarını duyarız.
Ali Ural’ın ‚Körün Parmak Uçları’ isimli eserinde yeralan ‚Muhtevâ’ isimli şiirinin üçüncü bölümünün sondan bir evvelki kıtası şöyledir:

ay katılınca
şarkılara ay katıyor çocuklar
kızlar, saçlarını örüyor birbirlerinin
ihtiyarlar, çocukluklarını anlatıyorlar
çakalların elinde mağaraların
köstebeklerin elinde toprağın vekâleti
kedilerin yüzünde fare
köpeklerin
yüzünde kedi izleri
izlerini yağmalıyorlar

‚Muhtevâ’ kelimesi Arapça ‚ihtivâ’ kelimesinden türemiştir. „Bir şeyi tutmak içinde bulundurmak“tan içerik anlamına gelen ‚muhtevâ’ kelimesi türemiştir. Yukarıda ve şiirin bütününde başlığın temel anlamından hiç kopmaz şair. Hep bir içerikten, birbirini tamamlayan durumlardan bahseder. Şarkılara ay katan çocuklardan tutun da bir toprak vekâletine sahip olan köstebeklerdir istiâreye mâruz kalan. Hep bir içerikleri vardır. Ancak şiirin en can alıcı kısmında şair bu muhtevayı bırakmak istercesine ‚bir günah işle ve onu öldür’ der.

bir günah işle ve onu öldür
geçmeden bir deniz kenarından
bir günah işle ve onu öldür
takmadan köpüklerini peşine
ahtapotları, denizatları ve yıldızlarıyla
mürekkep balıklarını kurutmadan gidişi
bir günah işle ve onu öldür

Bütün büyük şairler cevherlerinden sökülüp hayat bulan hislerini kelimelere bürüyerek bir bütünselliğe ulaşırlar. Şair Ali Ural’ın şiirinin en mühim tarafı yukarıda da görüldüğü üzre okuyucuyu kendisini sorgulamağa zorlarcasına yazdığı ve şiirin kalbini muazzam bir dille süsleyebilmesidir. Şiirin tamamında ‚içerik’lerden bahsederken, bahsedilen bölümde okuyucunun yüzüne soğuk su serperek, ona bu kez herhangi bir içeriğe sahip olmadan ya da tam tersi bir içeriğe sahip ise onu öldürmesinden bahseder. Bu durum, ‚herkes biliyor, hiç kimsenin bilmediğini’ diye başlayan ve aynı şekilde biten altı bölümlük şiirde okuyucuyu şahikâya taşır. Diyalektik anlatımın çok güzel gizlenmiş bir örneğidir bu. Okuyucuyu da o ânda etkileme gücü bundan kaynaklanır. Bu anlatım güzelliği ve gücüne aynı şekilde diğer şiirlerinde de rastlanır. Hükümdar isimli şiirine şöyle başlar:

hükümdar, hükmü geçmeyince dar
dar kapılardan geçmeli başı eğik
yalanla murassa tacını
çember gibi çevirmeli yollarda
hükümdar hükmü bir masal bilip

Hükümdar Arapça hukm ve Farsça dâr yani sahip olan anlamındaki ekle birleşip hükümdar halini almıştır. Emretme, hükmetme hakkını elinde bulunduran bir kimsenin hükmü geçmezse, bir şeye sahip olur ancak başı eğilir. Bu sahip olduğu tek şey yalanla murassa tâcıdır. Dar kapılardan başı eğik geçerek tâcını çember oyununa gark eder. İşte burada yine şairin muazzam dil oyunlarına şâhit oluruz ki nitekim bu şiirin son kıtasının üçüncü mısrası koşmayı unutan bir av köpeğini imgeler. Av köpeğinin ‚dâr’ı yani sahip olmak fiilinin muhtevası ‚koşmak’ olmalıdır. Koşmazsa dârını yitirmiş bir hükümdarın düştüğü gülünçlüğe ortak olur.

küreklerini hatırlar gölde kayıklar
koşmayı unutur av köpekleri
gülmeye başlar birden hükümdar
soytarılar denerken yeni giysilerini

Göldeki kayıklar küreksiz ise hükmü geçmez sulara. Bir av köpeği koşamazsa hükmü geçmez avına. Ve nihayetinde soytarılar sahip oldukları yeni elbiseleri denerlerken hükümdar bile gülmeye başlar. Şair burada varlığın kendine ters düşen hâlini muazzam bir dil gücüyle yansıtmıştır. Mânâdan yola çıkarak varlığın evi olan dile şiir damarının akıyla varmıştır.

Şair Ali Ural’ın şiirlerinde kullandığı dilin gücü, perde arkasından bize gülümser. Keşfe çıkmış bir okuyucu bu gülümsemeyi farkettiğinde, ona yaklaşır ve mânânın tadını hafif bir tebessümle çıkarır. Şair, şiirininin engin ve uzun dallarında yetiştirdiği, zehri alınmış şeytandan esirgenmiş elmalardan, şeytana kulak asmadan okuyucuya ikrâm etmek ister. Ancak okuyucuyu herkesten seçmez. Çünkü herkes bazen bilemez hiçkimsenin bildiğini. Bunu bilenlerin perdesini pencere sen aç beni diye yazan bir şair açar ve körün parmaklarının ucunda taşıdığı imgeleri ikrâm ve izaz yoluyla onlara uzatır. Okuyucuların kulaklarında ok vınlar, sûretlerinde körpe kılıç ve dimağlarına kılıcın üzerinden kıpır kıpır mânâ damlar.

Mehmet Sabri Genç