D&G [DirimA&GiyotinA]

Hayvanların İsyanı

Tanzender Tod aus Schedels Weltchronik, Nürnberg 1493

İskeletlerin Dansı, Michael Wolgemuth (1493)

„O yiğit gençler mağaraya sığınmışlar ve:
Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve
bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu
hazırla! Demişlerdi. Bunun üzerine biz de
o mağarada onların kulaklarına nice
yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık).“

Kehf 10-11

„Through these doors no strangers pass,
only friends who have not yet met.“
 Bir İrlanda Barının Girişinden

„Das ewig Weibliche zieht uns hinan.“
Goethe

Maymunlar konuşmaya başladıklarında,
diğer tüm hayvanlar
daha iyi duymaya
daha iyi görmeye
daha güzel konuşmaya başlayacaklar
ve sonra tüm bunlardan bıkıp,
tekmili birden üç insanı oynayacaklar:
Duymayanı, görmeyeni, konuşmayanı.

Dünyânın sûretine kobra yılanı tükürdüğünde,
tüm hayvanlar;
Rum hükümdarı olan Dekyanus’un
zulmünden kurtulmak için
Neclus adında bir dağın mağarasına saklanan,
Peygâmber İsa’nın dini üzerine yaşayan,
bilmem nerenin ahâlisinden olan,
kendilerine Ashâb-ı Kehf denilen,
hükümdarın ölmeleri için
mağaranın girişini kapattırması üzerine
309 yıl uyuyan
ve o kadar yıldan sonra uyanıp
halkın içine karışarak yaşayan;
Telmiha (Yemliha), Meslinâ, Mekselmina,
Mernus, Debernus, Şâzenuş ve Keşeftedayyuş’un yanlarından,
mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatan
Kıtmir isimli köpeği çekip çıkaracaklar.
Kıtmir de diğer tüm hayvanlar gibi
evvelâ duyacak, görecek ve konuşacak
sonraysa üç insanı oynayacak.
Duymayan insanı oynarken
Meslinâ’yı ya da Şâzenuş’u değil;
Dolce’yi ya da Gabbana’yı oynayacak.
Görmeyen insanı oynarken
Telmiha’yı ya da Mekselmina’yı değil;
bizleri çepeçevre kuşatan
bu cehennemin yollarından Godavia geçerken
gözlerini dört açanları oynayacak.
Konuşmayan insanı oynarken,
dağda bulunan geniş mağaradaki dostlar olan
Debernus’u ya da Keşeftedayyuş’u değil
yeryüzü denen şu dar mağarada
birbirlerine giyotin diliyle ninni kusan
girânhâb ehlî keyfleri oynayacak.

Kadınlar,
dünyâya getirecekleri çocukları
örümceğin sinekleri beklediği gibi
beklemeye devam ettiklerinde;
erkeklerin hâmile kalabildiği
tek canlı türü olan denizatları,
duymadan, konuşmadan ve görmeden
sâdece acı çekerek
kendilerinin minyatürleri olan
‚DirimA’ları ve ‚GiyotinA’ları
doğurmaya devam edecekler.
O kötü insanlar o denizatlarına binip gitmeyecekler.
O denizatlarının sırtlarında,
zahîr âleminin denizi olan Musa’nın
ya da bâtın âleminin denizi olan Hızır’ın sularına
asla giremeyecekler.

İnsanlar dirimsel yaşamaya devam ettiklerinde,
tüm boynuzlu hayvanlar;
konuşmadan,
görmeden
ve de hiç duymadan ayaklanıp,
eski cihan hâkimi İran ve Roma İmparatoru
Büyük İskender’in
yiğitlik simgesi olarak taktığı tacının
üzerindeki boynuzları kırıp,
onları nesîmî garbın göremeyen gözlerine sokacaklar.

İnsanlar, savaşmaya
ve yeryüzünde çocuklar ölmeye devam ettiğinde
Tayvanlı erkeklerin besledikleri
siyam dövüş balıkları birbirleriyle barışarak;
okyanuslardaki, denizlerdeki, göllerdeki,
dünyânın bir ucundaki
su birikintisinde yaşayan balık cinslerini dahi
saflarına katıp,
Tanrı’yı öldüren
ve insana
Tanrı’dan sonra yaşam var mı?
diye soru dahi sordurtan
modern dünyâ düzeninin nakş-ı berâb hâliyle;
konuşmadan,
duymadan,
görmeden
nâmu şan ile dövüşecekler.

Birbirlerine bağlı yaşayan asya kır fareleri,
insanların, laboratuarlarda
akrabaları hamsterları fütursuzca kestikleri haberini
posta güvercinlerinden aldıkları zaman,
birbirlerinden kopmadan
peygâmber develerine atlayıp
Asya’dan Avrupa’ya doğru yola çıkacaklar.
Sahralar aşıp
çöl aslanlarına beşerlerin yolunu sora sora
Avrupa’ya vardıklarında,
evvelâ insanı çileden çıkaran
onu daha da yalnızlaştıran
büyük şehirlerin
kalabalık caddelerini birbirlerinden koparacak
sonra da anlamını yitirmiş aşkı
çıkmaz sokakların girişine
çivi yazılarıyla mıhlayacaklar.

Avustralya’nın
uçsuz bucaksız doğasında uçuşan,
erkeklerinin kendilerine kur yapmak için
mavi renkli nesnelerle kurdukları
yuvaya karşı koyamayan
dişi çavdar kuşlarına,
şehirlerdeki insanların
aşkların mavisini kara kalemle çizdikleri,
onu tükettikleri havadisi ulaşınca
evvelâ derin bir âh çekip bir süre susacaklar
sonra üç insandan üçüncüsünü seçip,
onun köpek dişlerini çekerek
kemik diye Kıtmir’in önüne atacaklar.
Kıtmir ise,
üç harfli sesinin bütün harflerini
bir hışımla sükût içinde kusarak,
göz kapaklarını kapayarak,
kulaklarını çaresiz bir şekilde sarkıtarak,
insanın ağzından dökülüp
önüne fırlatılan köpek dişlerini
hayvanların yaşamadığı bir yere savuracak.

Kuş dilinden anlayan,
karıncaların ne konuştuklarını işiten
Süleyman Peygâmber’in kulağına
hüdhüd kuşu hâlimizi fısıldadığında
onun hayvanlardan müteşekkil bir kısım ordusu
bizleri Karınca Vâdisi’nde helâk edecek.
Süleyman Peygâmber’in ordusuna
yol veren karıncalar
bize geçit vermeyecek.
Damlalarının üzerinde
kimin başına düşecekse
onun adı yazılı olan
çok şiddetli bir yağmur yağacak
ve Lût Peygâmber bizleri sessizce terk edecek.
Yağan yağmurlar bir bahr-i sükûn olup
bizleri o gölün dibine gömecek.
Nûh Peygâmber’in gemisinde bulunan
hayvan çiftleri dahi
hâlimize aldırış etmeksizin
bizleri
hiç görmeyerek,
duymayarak,
konuşmayarak
engin sularda yol almayı sürdürecek.

Doğada uluyan bir kurt;
Darwin’in insanlarının iyice yalnızlaşıp,
daha iyi bir yaşam için
birbirlerinin ceplerini
bir hırsız anahtarı olan
ata yâdigarları maymuncuk ile açıp
terlerini aşırdıklarını duyunca,
evvelâ şehir meydanlarında
bulvarlarda
sosyetenin fabrikasyon kısır itlerine
alaylı ve acıyarak uzunca bakacak
sonra
hiç ulumadan,
görmeden,
duymadan
bütün bu köle hayvanları
şehirlerin modern havlamalarından çekip kurtaracak.

Hz. Peygâmber,
insanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar der.
Eski bir bâtıl inanca göre,
iskeletler
geceleyin kabirlerinden dışarı çıkar,
şarkı söyler
ve dans ederler.
Kim meraklanıp da
ölülerin şarkılarını dinlemek
ve danslarını izlemek isterse,
evvelâ ölmesi gereklidir.
Bu gösterinin bileti ölüm ile kesilir.
Bizler,
ölülerin danslarını
ve şarkılarında neler söylediklerini
bitmek tükenmek bilmeyen bir hevesle
merak ettiğimizden ötürü
hayâl içinde hâyal olan bu âlemde ölüp dururuz.
Yer altındaki yaşlı kemancılar;
geceleri mezarlarından
büyük bir heyecanla
Shakespeare’in dünyâ sahnesine çıkıp,
Âdem’in kaburgasından
imâl ettikleri kemanların gövdelerinde
Goethe’nin „Das ewig Weibliche zieht uns hin[ab]an.“
yâni „Bizleri daîma dişil olan giydirir ve dişil olan alçaltır.“ mısrasını
özgün notalarıyla
fütursuzca dünyâya haykırırlar.
Bu şarkıyı işiten
kan emici vampir yarasalar,
emdikleri kanlarla,
Âdem’in kaburgasından parçayla
yapılmış kemanı;
konuşmadan,
duymadan
ve hiç görmeden
kırmızıya boyarlar.
Kırmızı kemanın çıkardığı sesler
harabelerde cirit atan baykuşları baştan çıkararak,
baykuşlar yemâmeleri
yâni evcil güvercinleri de yanlarına alıp
tek kelime etmeden,
hiçbir lafı işitmeden,
savaşlarda dökülen al kanları
hiç görmeden
bir arada yaşayacakları saraylar inşâ ederler.

İsa’dan önce
5. yüzyılda yargıçlar
keyiflerine göre
mahkûmlar hakkında aldıkları kararları
balmumundan yapılmış tabletlerin üzerlerine
kalemle yazarlarmış.
Aristophanes bundan etkilenip,
Atina halkını aydınlatmak için
bu yargıçların kalemlerini
eşekarısına benzetip
eşekarıları diye bir oyun yazmış.
Bir başka eserine kuşlar adını vermiş.
Eşekarıları (yargıçlar) isimli yapıtta
peynir çalmış olan Köpek Labes’i
bu yargıçlardan biri rol icabı idâma mahkûm eder
fakat avukat rolünü üstlenmiş olan
başka biri köpeği savunur
ve bu hırsız köpeği idam sehpasına gitmekten kurtarır. Sanırım Ashâb-ı Kehf’in
üç asıruyuduklarımağaranın girişinde
ön ayaklarını uzatmış yatan
Kıtmir isimli köpeği çekip çıkaran
tüm hayvanlar
onu derhal Atina’ya getirerek
idama mahkûm edilmiş Köpek Labes’in
avukatlığını yapmasını istediler.
Ve sanırım Kıtmir;
ahlâkın,
hakkın,
hukûkun savunucusu, Köpek Labes’in
kurtarıcısı olarak
diğer hayvanlarla beraber,
içinden çıkamadığımız
Platon’un mağarasının önünde
gardiyanlık yapıyor.
Ashâb-ı Kehfin
mağara arkadaşlarının
üç asır uyuyarak korundukları mağarada değil
gölgeleri konuşarak savaştığımız
Platon’un mağarasında olduğumuz için
çığlıklarımızı duymuyor,
gözyaşlarımızı görmüyor,
bizimle konuşmuyor.

Bizler;
elleri arkadan,
nefsi dirime,
boynu giyotine zincirlenmiş,
kör mağaramıza düşen gölgeleri
taklit edip gülüyoruz.
Duymuyoruz,
konuşmuyoruz,
görmüyoruz
ve en kötüsü de gözlerimiz kör,
ağlayamıyoruz.

Mehmet Sabri GENÇ