Ameller niyetlere göredir hadisi şerifini her olayda başka bir anlam üzerinden idrak ediyorum.
Niyetlerimiz idrakimizi keskinleştirdiği gibi köreltebiliyor da…
Pazartesi günü yayınladığım yazının ardından özel okulun rehberlik servisinde görevli olan bir öğretmen kitabın 3.sayfa haberlerinden yola çıkarak yazıldığını, benim bu kitaba neden bu kadar önem atfettiğimi sordu.(Selamsız,sabahsız hesap sorarcasına ve sonunda hatamı kabul edeceğinden emin bir şekilde.)
Yazarını mı tanıyorsunuz dedim. Güldü. Dosyanız vardı ve sizin dosyanız yayınlanmadığı için negatif bir kredi ile kitaba yaklaşıyor olabilir misiniz dedim. Cevabı Ne alaka oldu.
Muhatabımın art niyeti ona vermiş olduğum cevabı yorucu hale getirince, onca emek boşa gitmesin diyerek cevabımı yazı haline getirmeye karar verdim.
Önce şuradan başlayalım: Üçüncü sayfa haberlerini 3. sayfa haberi olarak algılamamızı sağlayan haberin veriliş dilidir. Üçüncü sayfada yer alan haberler, “başkalarının lüzumsuz hayatı” ya da “vah vah zavallı neler de gelmiş başına” dedirtecek acıma dili üzerinden kotarılır.
Halbuki üçüncü sayfa haberleri dikkatli bir şekilde tefrik edildiğinde ve mesafeli bir dil üzerinden analiz edildiğinde; nasıl yaşadığımızı, uzakta ve yakında ne olduğunu en çıplak haliyle görebileceğimiz olaylara götürür bizi.
Fakat böyle bir dil için gerekli olan şey evvela mesafedir.
Mesafe değince acilen cevaplamamız gereken soru şu: Kendimize dışardan bakabilmeyi başarabilecek miyiz?
Nasıl yaşadığımız ve nasıl öldüğümüzü idrak etmek için bazen hayat ile aramıza bir mesafe koymamız gerekir.
Nasıl yaşadığımız sorusunun cevabını sadece nefes aldığımız, ait olduğumuz coğrafyanın içinde aramaktan vazgeçmemiz gerekiyor .Küresel dünyanın zenginliği bazıları içinse, yokluğu herkes için .Ve en uzak hayatlarda bile bize ait olan anlamlar gizli.
Mehmet Sabri Genç’in “Karekök Hayat” adlı kitabı hakikati gündelik hayatın küresel boyutu üzerinden kavramak için iyi bir izlek sunuyor.
Çünkü hayat ile aramıza koyduğumuz en etkili mesafe sanatın ve felsefenin dili üzerinden gerçekleşmiş olan mesafedir.
Genç kitabında, Viyana ve Salzburg tanıklıklarından yola çıkarak, felsefi ve sosyolojik arka plana yaslana yaslana hayat ile yaşam arasındaki farkı idrak etmemizi sağlayan metinler inşa ediyor. Ahlaki çöküş anlamında Batı ile mesafemizin kapanmakta olduğunu ihtar eden hayat hikayelerine tanık kılıyor okuyucusunu.
Diğer taraftan, dışardan bakıldığında yozlaşma hikayesi olarak görülen hayatların, nasıl bir merhamet ve şefkate açılan penceresi olduğuna da dikkat çekiyor. Metinleri 3.sayfa haberinden çıkarıp, felsefi duyarlılık inşa eden yanı bu duyarlılık alanından besleniyor.
Kitaba adını veren ilk anlatı, “Yaşamamın tek nedeni köpeğim” diyen Mayer’in çarpıcı hikayesi üzerinden, varlık ile yüz arasındaki ilişkiyi derinlemesine sorgulamamızı sağlıyor.
Yazarın “iki yıl boyunca derin sohbetine mazhar olduğum insan” dediği; hayatı, felsefeyi, edebiyatı konuştuğu emekli opera sanatçısı Mayer’in kendi ölümünü ve öldükten sonra köpeği tarafından yenilen yüzünü anlattığı satırlar, modern insanın kendi bedeni ile ilişkisini nasıl bir anlayış üzerinden yaşamış olduğunu aşikar kılıyor.
Yazar, dostunun ölümünü gazete haberi üzerinden okuyor ve sahibinin yüzünü yiyen köpekler üzerinden iz sürüyor:
“Bu gibi durumlarda hayvan evvela sahibinin çehresini yok ederek onu yemeğe başlardı. Çünkü sahibinin tanıdık yüzüne bakıp vücudunun diğer organlarına dilini dahi süremezdi. Evvela onu tanınmayacak hale sokmalı, sonra onu tanımayarak ya da tanımazlıktan gelip karnını doyurmalıydı. Bunu yaparken köpeğin ağlayabileceğini dahi söylüyordu uzmanlar.”
Sahibi ile birlikte yaşayan, onun ölümünden sonra açlığını onu yiyerek bastıran hayvan haberlerine artık Türkiye’de de rastlıyoruz. Mayer’in hikayesindeki çarpıcı nokta Mayer’in öldükten sonra –intihar ettiğini öğreniyoruz-köpeğinin kendisini yemesi için her türlü tedbiri almış olması: “Uzmanların anlattığına göre, Mayer öldüğünde kapı ve pencereler tamamen kapalıydı. Evde yiyecek hiçbir şey yoktu. Anlaşılan Avrupa’da ve Amerika’da sık rastlanılan bu tür vakalardan haberi vardı. Ölümünden sonra besledikleri hayvanlar tarafından yenilen insanların haberlerini de duymuş olmalıydı. Evde bulunan hayvan ilacından yüklü miktarda alarak intihar etmişti Mayer. Sessizce ölmüştü.”
Ötenazinin insan hakkı olarak tartışıldığı, intiharın sıradanlaştığı bir çağda, şiddetin dilini nereden konuşacağımız konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Çünkü kadim kültürlerin kutsal saydığı insan bedeni, modern insan tarafından her hakkı kendinde saklı bir ürün olarak kabul ediliyor.
Hayatın kaybolan anlamı ile “yeni ölüm”lerin, yeni cinayetlerin idraki arasında bir ilişki kurmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Evet “yeni ölüm”ler diye bir kategori açmamız şart. Mayer’in ölümü değil ama, cesedi için planladığı ölümünden sonrası, onun intiharını başka bir boyuta, “postmodern son” boyutuna taşıyor. Tıpkı bileklerini keserek intihar eden Beşir Fuat’ın, ölümü deneyselleştiren tutumundaki yenilik gizli, köpeğine kendini yenilecek bir ceset olarak sunan bu tavırda .
Yeni cinayetler var. Vahşi ,cani, sebepsiz cinayetler.
Adi suçlar kategorisinde ele alınacak cinayetler ile modern hayatın neticesi olan cinayetleri kategorize ederek ele almadığımız sürece, yaşadığımız hayatın anlamına dahil olmak konusunda beceriksizliğimiz giderek artacak.
Fatma Barbarosoğlu
Yazının orjinaline gitmek için tıklayınız.