KARTPOSTALIN ARKA YÜZÜ: KAREKÖK HAYAT

“Ancak ahmaklar hikâye peşinde koşar.

Eğer siz hayatın ortasındaysanız hikâye gelir sizi bulur.”

Thomas Bernhard

İnsan, fıtratı gereği kendisini doğup büyüdüğü toprağa ait hisseder. Hayatını o toprağın şartlarına göre kurar ve rızkını oradan kazanmak için mücadele verir. Hatta öldükten sonra cansız bedeninin başka yerlere gömülmesinden endişe ederek vasiyetine ilk olarak “cenazemi doğduğum topraklara gömün,” maddesini ekler. Her nedense modernlikle birlikte insanımız fıtratının bu özelliğini yitirmeye başladı. Kendi memleketinden uzaklaşıp modernliğin memleketine yakınlaştı. En kazançlı işin, en kaliteli okulun, en lezzetli yiyeceklerin, en güzel kıyafetlerin, en rahat yaşam koşullarının orada olduğuna inandı(rıldı). Kartpostalda gördüğü, televizyonda izlediği ya da gurbetçi bir akrabasından öğrendiği Avrupa’ya, kutsal topraklara kavuşmak istercesine özlem duymaya başladı. Belki de kartpostalın arka yüzü görünseydi bu özlemin yerini farklı bir duygu dolduracaktı.

İlk eseri Şey ve Tan ile iç dünyamızın kapısını aralayan Mehmet Sabri Genç Karekök Hayat adlı eseriyle de kartpostalın arka yüzünü çeviriyor. Eserinde, felsefe tahsili için gittiği Avusturya’da karşılaşmış olduğu insanların hikâyelerini kendine özgü üslupla anlatıyor. İlk baskısı 2014 yılında yayınlanan Karekök Hayat adlı eser, kısa bir süre içerisinde hakikatin peşinde olan okuyucularla tanıştı. Hatta okuyucuların bazıları heyecanla kaleme sarılıp Karekök Hayat’ın tanıtım yazısını yazdılar bile. O yüzden şu an okuduğunuz yazı bir tanıtım yazısından ziyade birçoğumuzun ismini duyup, altını çizerek okuduğu bu eseri yeniden düşünme ve anlama çabasıdır.

Evvela Karekök Hayat’ın ilk sayfasında gözümüze ilişen alıntılardan bahsetmeliyiz. Aceleciliğe meyil vermeyen Mehmet Sabri Genç, Nahl Sûresi (16/68-69)’ndeki âyetlerden ve Ali b. Osman Ebu Ali Cüllâbî Hücvirî (999-1077)’nin sözlerinden alıntı yaparak, düşünmenin ve okuduğunu kavramanın ehemmiyetini hatırlatıyor. Ayrıca Ebu Bekir-i Şiblî (861-945)’nin sözlerini de hatırlatarak, dünya hakkında sürekli aklımızdan çıkarmamamız gereken bir ayrıntıya işaret ediyor: “Allah şu dünyayı, binicilerin hayvanlarına ahır olacak şekilde hâkir kılmıştır. Onun için dünyada emeli uzun olan kişi azap çeker.” Bu sözlerden sonra eseri olabildiğince yavaş ve düşünerek okumaya niyet ediyoruz.

Mehmet Sabri Genç, kitabın ilk bölümünde Salzburg’ta tanıştığı bir dostunun hikâyesini anlatıyor. Adı Mayer olan bu dost maddî ve ruhî gelişmeler arasında açılan mesafenin uzunluğuna aldırış etmeden hayat ile ölüm arasındaki mesafenin kısalığını hatırlatıyor. Tesadüfün bir eseri olarak dünyaya gelen Mayer’in kendisini sanata adaması ve köpeği Treu’ya (Sâdık) “o benim her şeyim” demesi tesadüf değildir. Anlaşılan Mayer’in ölümü de tesadüf değildir. O çoktan ölümden korkmamayı başarmış (!) ve kendi ölüm senaryosunu kendisi yazmıştı. Acaba Mayer hayatın ortasında olma cesaretini gösterseydi, hikâyesi ne kadar farklı olurdu? “Biz insan olarak Hz. Âdem’den beri hayatın ortasında olmakla mükellefiz” diyen Mehmet Sabri Genç, önemli bir ayrıntıya da işaret ediyor: “Mayer hayattayken, aldanmaların sona ermediği bir hayattayken, sol omuzuna Sisifos’u ve onun cehennemde yuvarladığı kayayı dövme olarak yaptırmıştı. Ancak, Sisifos yerine kendi köpeğine benzer bir köpek resmi vardı. Bana gösterdiğinde bu ince mizaha gülmüştüm. Ve neden köpek diye sorduğumda ‘O bana itaat etmekle cezalı bir varlık, ben de onun patilerinde yuvarlanmayı kabul etmiş bir taşım,’ diye cevap verdi. Mayer, bu hayatı kendi seçmişti. Köpeğini cellat gibi yetiştirmişti.” Tasavvufta köpeğin “nefs” i temsil ettiğini öğrendiğimizde, yazarın işaret ettiği ayrıntının mânâsını kavramamız kolaylaşıyor. Acemi Ruhlar Cenneti’ndeki kişilerin durumu gözümüzün önünde canlanıyor. Çok sevdikleri köpeklerini yere göğe sığdırmıyorlar. Köpekleri mamasız kalmasın diye sırtlarında taş taşıyorlar. Rütbeli Ruhlar Cehennemi’ne girmeyi hak edenler ise bu manzaranın filmini çekip ibreti âlem olsun diye sanata dönüştürüyorlar. Kendilerini hayatın ortasında olmaya adadıkları için köpeklerinin açlıktan öldüğünü bile fark etmiyorlar.

Mehmet Sabri Genç, karşılaştığı insanların hikâyelerini belli bir kavram çerçevesi çizerek anlatmaya özen gösteriyor. Mesela Gardiyanın Cebindeki Anahtar başlıklı bölümde Mait’in hikâyesini anlatmadan önce irade ile isteme, serbestlik ile hürlük, yönelme ile tercih etme, akıl ile zekâ, insan ile beşer kavramları arasındaki farklıkları gün yüzüne çıkarıyor: “Başıboş gezen deveye Bedeviler ‘Cehl’ derler. Yani ipini koparmış ve her an başka bir kervanın malı, kölesi olmaya hazır bir deveye ‘Cehl’ yani ‘Câhil’ derler. Deve kaçmasın diye boynuna ve ayaklarına bağladıkları ipe ise Bedeviler ‘aql’(El Aql) yani akıl derler. Öyleyse insanın başıboş gezmemesi ve başkalarının kölesi olmaması için bağlı olduğu bir ip vardır ve bu ipin adı ‘akıl’ dır.” Böylelikle anlattığı hikâyelerin hakikat boyutunu da yazılarına yansıtıyor. Böylece eser, hem gerçeklik, hem de hakikat boyutu düzleminde okuyucunun talebine göre kapılarını açıyor.

        Karekök Hayat’ı okurken anlatılan hikâyelerin sadece olay örgüsüne odaklanmamak lazım. Çünkü “İnsan kendisini öteki üzerinden tanır. Benim hayatımda karşılaştığım kişiler bana hep ayna tutmuşlardır.” diyen bir yazar var karşımızda. Aynasına yansıyan hakikati titizlikle işleyip metaforlara dönüştürüyor: “Gardiyanın cebindeki anahtara serbest bir şekilde ulaşamazsınız. Serbest birinin gardiyanı olmaz. Hür bir insanın gardiyanı kendisidir. Hür insan anahtarını cebinde taşır. O anahtarı başkası çalamaz, o anahtar başkalarının cebinde bulunamaz. Hür insan kendini vicdanına hapseder. Bu sebeple insan hürlüğe mahkûmdur, serbestliğe değil.” Bu dizeler hürlük ile serbestlik (to be free) arasındaki önemli bir farkı gün yüzüne çıkartıyor. Hür olan insan tercih edendir. Ancak haddini bildiği sürece tercih edebilir. İnsanın haddini bilmesi ancak vicdanının sesine kulak vermesiyle mümkündür. Serbest kişi ise sınırsız özgürdür. Böyle bir özgürlükse başıboş olmayı gerektirir. Bu durumda olan bir kişi aklını ve vicdanını devredışı bırakarak sadece yaşama yani salt dirimsel tarafına odaklanır. Öyleyse hür insanın kaygısı hayatın ortasında olmaksa, serbest olan kişinin amacı olabildiğince rahat yaşamaktır.

        “Bir şehri daha çok geceleyin tanırsınız. Geceleyin herkes soyut olarak çıplaktır.” diyen Mehmet Sabri Genç, kendisini Geceleyin Kumar Oynayan Körler’in arasında buluyor. Bu kez hikâyenin kahramanı aşkın bedene hapsedildiği topraklarda, rûhî aşkı yeşertmeye teşebbüs eden Muşlu Fesih. Samimi duygularıyla hareket ederken, gerçekleri hesaba kat(a)mayan Fesih, türlü talihsizliklerle karşılaşıyor ve en sonunda uykusuzluk hastalığına esir düşüyor… Eserin bu bölümünü okurken şu sözlerin altını çizmeden geçemiyoruz: “Kader bu, gider yolunu bulur. Su gibidir. Gerçekçi ve samimiysen kaderin âb-ı hayat olur. Değilsen yaptığın her şey kaderin olur. Aklını bir kenara bıraktığında buna ‘kör talih’ dersin. Kör bir talihin üstünde talih yoktur, akılsızlık vardır. Hâlbuki kaderin üstünde bir kader vardır. Buna ümit de denebilir. Belki de bu yüzden insanın ümidini yitirmesi günahların en büyüklerindedir.” Akıl, kader ve ümit arasındaki güçlü bağ vardır. İnsanoğlu tek savaşı olan hayat sürmeyi terk etmediği sürece bu bağ var olacaktır.

Eseri layıkıyla anlamak için empati kurmak ile hemhâl olmak arasındaki farkı iyi bilmemiz gerekiyor. Empati kurma, kişinin kendisini kısa bir süreliğine karşındaki insanın yerine koymasından ibarettir. Bu süreçte kişi karşısındaki insanın derdini anlamaktan ziyade sahip olduğu şeylerin çokluğunu fark eder. Örneğin bir kişi sokakta yaşayan insanlara karşı empati kurduğunda kendi evinin ne kadar güzel olduğunu düşünerek için için mutlu olur. Hemhâl olmak ise o insanla hâldaş olmaktır. Yani o insanla birlikte aynı durumu yaşamaktır, o insanı işitme çabasıdır. Karekök Hayat Mehmet Sabri Genç’in karşılaştığı insanları işitme çabasının bir ürünüdür. Bu yüzden Karekök Hayat’ı incelerken “yazar çok iyi psikolojik tahliller yapıyor” veya “eserine sosyolojik tespitlere yer veriyor” gibi ifadeler kullanmaya gerek duymadık. Karşılaştığı insanlarla hemhâl olmaya özen gösteren Mehmet Sabri Genç psikolojik tahlillerin ve sosyolojik tespitlerin çok ötesine geçiyor. Rahmetli Ayşe Şasa’nın Mehmet Sabri Genç’in mevzubahis yazıları için söylediği “satırları arkasındaki merhamet” dikkatleri çekiyor. Mayer, Robert, Seli, Gregor, Julia, Fuad, Benjamin, Fesih, Mait, Mansur, Flower Man, Gerhard, Abdullah Hüseyin, Sigmund ve Eva’nın hikâyelerinden sezdiği hakikati ustalıkla kaleme alıyor ve eserini şu sözlerle sonlandırıyor: “Ben bu hikâyeyi Mayer’den işitmiştim. İşitmiş ve itaat etmiştim. Ben hayatımın karekökünde anlatılan tüm hikâyelerin yalancısıyım. Bunu ölüm, benden işitmişti. Ölüm bana itaat etmişti.” 

Karekök Hayat’ın başarısı hakikat ve gerçekliğin bir arada bulunduğu nirengî noktalarına işaret etmesinden geliyor. Zamana başkaldıran klâsik eserler arasında yer alacağını şimdiden hissedebiliyoruz.

Hilal Kazıcı

Bu yazı Bi’Nefes Dergisi’nin ilk sayısında neşredilmiştir.