“Söylenmedik söz kalmamıştır. Buna inanabilirim. Bütün söylenmiş sözler duyulmuştur. Buna inanmam.”
Prof.Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya
Yaklaşık 20 yıl evvel Ruanda’da sadece üç ay içinde yaklaşık 1 milyon insan Fransa ve Belçika yüzünden katledilmişti. Her şey olup bittikten sonra dünya duydu. 1995 yılının Temmuz ayında 13 ile 78 yaş arası yaklaşık 10 bin erkek 16 Hollandalı asker karşılığı Bosna’nın Srebrenitsa kentinde katledildi. 11 yıldır Irak’ta yaklaşık 2 milyon insan öldü. Suriye’de yaklaşık 200 bin insan öldü. Türkiye’de 30 yılda yaklaşık 40 bin insan (Türk-Kürt diyerek) öldü. Şimdi Soma’da vuku bulan facia sonrası dünyanın gözü Türkiye’ye döndü. Soma’da vuku bulan ölümler herhangi bir savaş sonucu olmadı. İhmalkârlık, tedbirsizlik, akılsızlık sonucu oldu. Sonuna kadar her yönüyle irdelenmelidir. Barselona futbol takımı Türk bayrağı önünde poz vererek taziyelerini iletti. Rihanna twitterdaki kapak resmini “Soma” olarak değiştirdi. Bugüne kadar ne Rihanna ne Barselona ve diğerleri Suriye, Bosna ya da Irak bayrağı önünde poz vererek üzüntülerini, taziyelerini iletmediler. Dünya insanları artık savaşta katledilenleri trajedi olarak algılamıyor, istatistik olarak algılıyor sanırım. Savaşta öldürülenler, katledilenler neden bir faciada öldürülenler kadar vicdanları sızlatmıyor ya da insanları ayaklandırmıyor? “Liberalizm tavuk kümesinde bir tilki hürriyetidir,” der Cemil Meriç. Neoliberalizm de civciv kümesinde bir kobra yılanı serbestliğidir öyleyse. Neoliberalizmin vicdanı görecelidir. Soma’daki insanlar da bizim, Irak’taki insanlar da, Suriye’deki insanlar da, Ruanda’daki insanlar da, Bosna’daki insanlar da… Bizi üzmesi, ayaklandırması gereken esas konu bu insanların nasıl öldükleri değil neden öldükleridir… Eğer Soma faciası Irak’ta 2 milyon insanın ya da Suriye’de 200 bin insanın ölümünün acısının boyutunu bize anımsatmıyorsa vicdanımız görecelidir. Böyle bir vicdan da vicdan değildir. Vicdan Allah’ın sesini işittiğin yerdir. Allah nezdinde zulmün göreceliliği olmaz. Kapitalizm Soma’da 300 insanı öldürmüşse Suriye’de 200 bin, Irak’ta 2 milyon, Bosna’da 110 bin, Ruanda’da 1 milyon, Türkiye’de yaklaşık 40 bin insanı katletmiştir… Evini, yurdunu terk edenler de cabası… Bu savaşların bazılarında tecavüze uğrayan kadınlar ve öldürülen çocuklar daha da cabası… “Kapitalizm; okutarak cahilliği artırmak, çalıştırarak fakirliği, medeniyet diyerek barbarlığı, barış diyerek ölümü çoğaltmak hiçliğidir. Kapitalizm ve Emperyalizmle sorunu olmayan bir kişinin, ‘insanca’ yaşıyor olduğuna inanmak için, hiç bir nedenimiz yoktur,” der Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu. Bunlar üzerinde lütfen düşünün… Elinizi değil, kulağınızı vicdanınıza dayayın…
Türkiye ekmek almaya gidenin, ekmeğini alın teriyle kazanmaya gidenin öldüğü bir ülke olmamalı… Hatta cenazeye gidenin dahi öldüğü ya da dayak yediği bir ülke hiç olmamalı… Namussuzlar namuslular kadar saf olsaydı, namusluların namussuzlar kadar cesur olmalarına gerek kalmazdı… Sosyologlarımız ne zaman Marx’ı, Weber’i, Adorno’yu vs. dillerinden düşürüp çatısında güvercin uçuran Urfalıyı, Antepliyi vs. ve onların toplumsallığını anlamaya çalışırlarsa, üniversiteden mezun olup işsiz gezen birinin polis olmak için neden ve nasıl mücadele ettiğini anlamaya çalışırlarsa belki ölümler azalır, belki yaşarken ölenler de azalır… Elalem baskısını, yeni tüketim kültüründen ötürü darmadağın olmuş toplumu vs. layıkıyla anlayabilmek için yabancı teoriler yerine kendi nazariyelerimizi oluşturmamız ve ortaya çıkacak düşüncelere iltifat etmemiz zaruridir… Nitekim bununla ilgili Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu “Toplumsal gerçeklikte, toplumun tarihî tecrübesini dikkate almayan tespit ve teklifler, başka hastaların klinik kayıtlarından hareketle kendi hastalığını teşhis ve tedavi etmeye çalışan hastanın durumuna benzer. Unutulmamalıdır ki, bir kültürün tarihî tecrübesiyle ilişkisi bulunmayan hiçbir görüş, o kültüre bir gelecek sunamaz,” der.
Çağımız ikinci el bir modern çağdır… Sermayecilerin aziz ilan edildiği bir çağ… İlkel olansa onların aziz olduğuna inanmaktır… Kapitalist düzenin piramidi, mazlumların sırtında yükseltilir… Buna bir şekilde dur demek vicdanı ve aklı olan, insanım diyen herkesin vazifesidir… “Ben bekârım, Mahmut’u kurtarın, onun karısı hamile… Çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin…” demek DURUN! demektir… “Çizmeyi çıkarayım sedye kirlenmesin…” diyen bir maden işçisi yerin altından değil, göğün şahikasından sesleniyordur… Bu olağan değil, olağanüstü bir hadisedir… Dünyanın hiçbir yerinde rastlayamayacağınız saflığı ve inceliği her şeye rağmen koruyabilen insanlarımızın varlığı tek başına olağanüstü bir başkaldırıdır… Olağanlaştırılmaya çalışılan şeyse vicdansızlıktır, hadsizliktir… “Çamurla abdest alıp namaz kılmaya başladılar ve sonra hepsi bayıldı…” Faciadan kurtulan bir İşçinin şahitliği bu… Parayla abdest alanları, secdelerini mazluma zulmederek kirletenleri, bu ülkede yaşayan herkesin dimağına her türlü tüketim ahlaksızlığını yerleştirmek için çabalayanları, toplumu niteliksizleştirenleri, insanların aklını örtüp köleleştirenleri, liyakatsizliği liyakat; zulmü adalet zannedenleri, akılsızlıklarına kader veya alın yazısı deyip Allah’a iftira edenleri, tüm bunlara sebep olan failleri Allah helak etsin! Allah ölenlerin taksiratını affetsin, yaralılara şifa versin…. Ölenlerin mekânları cennet olsun… Bu bir doğal afet değildir… Allah aklımızın üzerindeki örtüleri kaldırmamız için bizlere güç versin…
TV’lerde ne kadar ebleh program, programcı veya dizi varsa ortadan kaldırılsın. O programlar ölümden dönmüş, onlarca arkadaşı ölmüş olmasına rağmen hâlâ büyük bir mahcubiyetle “sedyeyi kirletmeyeyim” diyen veya “beni değil Mahmut’u kurtarın çünkü onun karısı hamile” diyen olağanüstü insanlarımıza hakarettir, galiz küfürdür… Dünyanın en eblehleştirici programlarıyla bile hâlâ eblehleştiremediklerinizi görmeniz sizleri rahatsız etmiştir! Bizleri ümitlendirmiştir. Anadolu budur! Başkaldırı budur!
Somali’ye yardım eden devletimiz, onlara ekmek verdi ancak “neden ekmekleri yok?” diye sormadı. Mühim olan bunu sormaktır. Yardım etmek mühimdir ancak kapitalizmin ve destekçilerinin yüzünden ortaya çıkan sorunları kapatmakla veya sibop vazifesi ifa etmekle görevli bir ülke olamaz Türkiye. Ben Gaziantep’in bazı köylerinde yaşanan yoksullukları, dışarıda oynayan çocukları fotoğraflayıp, o fotoğraflardaki trajedilerin yaşandığı yerin Somali olduğuna insanları inandırabilirim. Ben yine Gaziantep’in belli bölgelerini veya altın kaplama tuvaletleri olan mekânlarını fotoğraflayıp, buraların da Las Vegas olduğuna insanları inandırabilirim. Öyleyse derin bir sorun vardır ortada. O sorun da bir zulüm sorunudur. Türkiye öyleyse aslında “Somali”ye değil, dolaylı olarak “Las Vegas”ın ihtişamına yardım eden bir ülkedir.
Soma ile belki bütün renkler hızla arınmaya başlar. Umulur ki önceliği siyaha verirler. Alın terleriyle yaşamlarını idame ettirmeye çalışan işçilerin bizleri sarsan ahlâkî duruşları böyle bir arınmaya belki vesile olur. Şimdi onlardan geriye 432 yetim çocuk kaldı. Üst düzey bir yönetici geçtiğimiz yıl 30 Mayıs’ta yani bir yıl evvel “Nerede mağdur varsa, nerede mazlum varsa onun yanındayız. Öyle kolay bir inançtan geliyoruz ki başını eğmiş bir yetimin başını okşadığın zaman öbür tarafa EFT yapmış oluyorsun. Çok kolay aslında” demişti… Mağdurlardan ve mazlumlardan, onlar öldükten sonra haber almak onların yanında olmadığınızı gösterir… Soma’da onları bekleyen başını eğmiş 432 yetim yani böyle bir zihniyete göre 432 EFT var şimdi…! Paranın hükmettiği yerlerde sevap EFT’ye, günah yetim hakkının faizine dönüşür… Şükür ki bizim zulümleri havale edeceğimiz bir mercii var… Önce Allah sonra aklımız… Babalarını katledip onların çocuklarının başlarını eğen gökdelen sahiplerinizin epey bir günahının öbür tarafa EFT’si yapıldı… Günahınızın meblağı çok yüksek olduğundan, şükür ki bu tarafa da yapıldı… Hem de faizleriyle beraber… Bu tarafa yapılmış günah EFT’lerinizin hesabını, ölen madencilerin kara çizmeleri ve o çizmelerin gerçek varisleri soracaktır… Çünkü onlar öyle kolay bir inançtan gelmiyorlar…
Bir çukur oraya birisi düşüp öldükten sonra kapatılıyorsa, o çukur zihinlerdedir. Zihinlerde açılmış çukurlarsa çok insanı yutacaktır. Mühim olan o çukuru önceden görüp ona göre çözüm üretebilmektir. İnsanların nasıl öldüğü değil, neden öldüğüdür önemli olan. Kapitalizm kimini savaşta, kimini madende katleder. Tüketim kültürünün ayyuka çıktığı şu dönemde yazılacak, konuşulacak o kadar çok şey var ki! Bu kadar çok şeyi konuşmazdan evvel soracağımız ilk soru “neden?” olmalıdır. Türkiye eğer büyük bir ülke olacaksa “neden?” sorusunu sormalıdır. Aynı şekilde Soma vak’asında yaşamını yitirmiş madencilerin “neden kredi borçları var?” diye de sorulmalı. “Bu ülkede neden 18 milyon kişi icralık?” diye de. “Neden hâlâ akletmezsiniz?”
Mehmet Sabri GENÇ