Hatice Ebrar Akbulut, 8 Kasım 2014 tarihinde Milli Gazete’de Mehmet Sabri GENÇ’in “Şey ve Tan” adlı kitabı hakkında yazdı…

Şey misin Tan mısın?

İnsan mekanikleşen duygular çağında, bencilliğin kumanyasına tutunarak yol almaya çalışıyor. Bencilleşen, sadece kendisini ve kendisine yakın gördüklerini düşünen insan, birlikteliğin gücünü unutuyor. İnancın, duygunun, düşüncenin gösterişçi yanını sivriltiyor. Metafizik olanı değil, fizik olanı yüceltiyor; ona adeta tapıyor. Aşkın olanı duyamaz hâle geliyor insan, Kelâm-ı Kadîm’ in “Vaadinden dönücü” olarak ifade ettiği şeytanın türlü desiselerine defalarca düşüyor, alışıyor, uslanmıyor.
Kendini Anlayamayan Başkalarını Anlayamaz
Sesler dünyası, sükût dünyasının alanını ve yetkilerini daraltmakta. Renkler ne kadar farklı olsa da birbirleriyle uyum içinde olmaları sakinleştirici ve yumuşatıcı bir etki bırakır. Sesler de böyledir. Milyonlarca insan var. Dolayısıyla milyonlarca da ses var. Bu seslerin renkleri ve tonları, birbirini ezmek adına olmasa, yapıcı ve bina edici, doğruyu gösterici, hak olanı savunucu adına yükselse, daha güzel bir dünya ve daha sağlam bir adalet sağlanabilir. Türlü hileler, düzenler, tuzaklar, birbirinden farklı ve renkli seslerin uyum içerisinde bir araya gelmesiyle berhava edilebilir. Sadece maddeyi içine alan bir bakışla dünyaya bakmak, insanı kendisi olmaktan uzak düşürür, toprağa yabancılaştırır. Bu bakış nereden geldiğini ve nereye döneceğini unutturur insana. Şey ve Tan kitabı ‘Gülüşleri küresel, tavırlarıysa kapital’ bir şekle bürünen insanın yalnızlıklarını, aymazlıklarını, had bilmezliklerini sorguluyor. Bu sorgulamayı yaparken sanatı, edebiyatı, felsefeyi, şiiri ve şairi de kullanıyor. “Nihayetinde dünya, şiirselliğinden, insan masumluğundan ırak kaldığı sürece, yeryüzünde dizginleri kopmuş, kendi ayakları üzerinde tüm insanlığın mezarını kazan bireysel ahlak tüketicileri kök salmaya devam edeceklerdir. Şu hâlde şairlerin ve de dâhilerin suskunluğu, dünyanın kanına girmiş zehri daha kuvvetli bir zehir hâline getirmekten geri durmayacaktır.” Benliğine karşı saf dışı bırakılan insanın durumu sorgulanır Şey ve Tan’ da. Kendini dahi anlayamayan insanın, başkalarını anlamaya çalışmasının gülünç durumları anlatılır. Şey ve Tan, kendine yabancılaşmaya ayarlı tüm saatleri bozan, kendine getirmeye kurulu saatlerin zillerini çaldırmaya ısrarlıdır. Kimi zaman bir çocuk, kimi zaman bir coğrafya, kimi zaman bir anne üzerinden bu ısrar anlatılır: “Annenin, o kutsal kadının kucağına yerleştirilen oyuncak bebelerle avutulması ve ümidimizin, geleceğimizin soysuzlaştırılması vebalimizi artırabilir. Kadınlar kendilerini anladıkları ölçüde dünyanın akışına katkıları sürecek. Kendilerini, dolayısıyla başkalarını anlayamayan bayanların mukadderatı belirginlikten uzaktır.” İnsan, yalancı ve sanrılı görüntülerin istilâ ettiği yaşamında, kendisine avunmalık bölgeler aramakta, bulamazsa da görmezden gelerek avunmayı sürdürmektedir. “Artık bir oyunda olduğunuzdan toplumun, toplumsal bir bütünlüğün kendine has özelliklerinden uzak olduğu için, içi boş kurt maskeleriyle at koşturan bireylerin, kendi savaşımını verdiği bir hafiflikte, bizzat kendinizin de at koşturduğunun farkına varırsınız.”
Tarihin ya da şiirin sonu dünyanın sonudur.
Mehmet Sabri Genç’ in denemelerinden oluşan Şey ve Tan kitabı, farklı bir üslup ve yaklaşımlarla okuyucuya sunulmuştur. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini yurt dışında yapan yazarın, kitabında yabancı dilden de faydalandığı görülür. Her denemenin başında mutlaka bir özlü söze, âyet veya hadise yer verilen yazılarda insana ve hayata dair derin konular işlenir: Savaşın esir aldığı coğrafyalar, duygusunu yitirmiş yaşamaklar, dört başı mamur olmaktan mahrum edilmiş hayatlar, işler, uğraşılar… Yazara göre iyi bir dünya, tarihin ve sanatın omuzlarında taşınabilir. “Tarihin ya da şiirin sonu, dünyanın sonudur. İnsanın sonudur.” Şey’in (nesnenin) karşısında özne olmak (yaratılışına uygun hareket etmek), tan eylenen (ayıpsanan) değil, tan vaktini kuşanan (eylemleriyle aydınlatan) olmak anlatılır kitapta. “Ama bir şey olan ateş ile karanlıklarını tan gibi ağartmaya yeltenen ateşperestler ruhlarını Tanrı’ya teslim etmediklerinden, cehennemin beşinci kapısından girerler.” Vaadinden dönücü olana karşı savaşmayı, mücadele etmeyi salık veren Şey ve Tan kitabı, Şule yayınlarından çıkmıştır. Kitap hacimce ince olmasının yanında, içerik yönünden zengin ve derindir.
Kötülere/Kötülüklere Rağmen Yaşamak
Birimiz yanarsa diğerimizin de yandığı aşikar olan, bir taraf su alırsa hepimizin batacağı kesin olan, kısacası aynı gemide yan yana gittiğimizi bize hatırlatan Şey ve Tan kitabı, her türlü oyuna karşı uyanık olmaya çağırıyor insanı. Kitap ilk sayfasında “Ey Nuh, hâlâ bıraktığın gibiyiz!” çığlığını atıyor ve Allah’ın unutulduğu, onun varlığının duyumsanmadığı bir dünyanın beş para etmeyeceğini vurgulayarak bitiyor: “Modern Dünya’nın bütün çabası 1’den Tanrı’yı çıkarıp sıfırı elde etmektir. Buna virgülü ekleyip dünyayı hiç’e dönüştürmek ve nihayetinde zamanın en pis sayısını elde etmektir.”Cehennemin içimizde gezindiği, zebanîlerini dört bir yana yaydığı, şeytanın kolayca elde edebildiği insan coğrafyasında, gittiği yeri cehenneme çeviren şeytana karşılık, gittiği yeri cennete çeviren insan olabilmek adına yaşamalı ve yaşatmalıyız. Dünya iyilerin ve kötülerin mücadelesini verdiği bir yer ise, iyilerin safında yerimizi alıp, mücadelemizi vermemiz gerekir. Bunun adına da “kötülere/kötülüklere rağmen yaşamak” denir.
Yazının orjinaline gitmek için tıklayınız.